NAMIK KEMAL - Nâmık Kemal (asıl adıyla Mehmed Kemal)
Nâmık Kemal (asıl adıyla Mehmed Kemal), 21 Aralık 1840'ta, dedesi Abdüllâtif Paşa'nın mutasarrıf olarak bulunduğu Tekirdağ'da doğdu.
Aralarında sadrâzamlar, önemli konumlarda bulunmuş askerler, devlet adamları ve şairler de bulunan bir soydan gelmektedir. Babası, Pâdişâh I. Abdülhamid'in münec-cimbaşısı" Mustafa Âsim Bey, annesi kültürlü bir kadın olan Fatma Zehra Hanım'dır. Aile, dede Abdüllâtif Paşa'nın Afyon sancağı mutasarrıflığına (kaymakamlık) atanması üzerine, 1846'da Afyon'a geldi.
Nâmık Kemal, o sırada müftülük görevinde bulunan ve bir zamanlar Rusya ve Mısır'da bulunmuş; Arapça, Farsça, Rusça, Yunanca ve Latince bilen; görmüş geçirmiş bir kimse olan Buhâralı Hacı Abdülvâhid Efendi'den dersler aldı, ondan etkilendi. (Aslında Nâmık Kemal'in düzenli bir öğrenim görmemiş, bir çok Tanzimat natçısı gibi o da, yaşama atıldıktan sonra, yaşam deneyimleriyle kendisini yetiştirmiştir.)
Dedesi Abdüllâtif Paşa, 1848'de Kütahya'ya atandı, bu kente gitmeden önce de kimi işleri dolayısıyla İstanbul'a çağrılan dede, ailesini Afyon'da bırakmıştı. Kemal, bu sırada annesini yitirdi. Dedesinin de çok geçmeden azledilmesi üzerine aile İstanbul'a taşındı.
Kemal, Beyazıt Rüşdiyesi'nde öğrenime başladı; daha sonra Valide Mektebi'ne verildi.
Dedesi 1853'te Kars'a atandı; Kemal bu kentte kaldığı bir buçuk yıl boyunca, Vâizzâde Seyyid Efendi'den özel dersler aldı, sporla ilgilendi, hocasının yüreklendirmesiyle ilk şiir denemelerini kaleme aldı.
Paşa'nın 1854'te yeniden azledilmesi üzerine İstanbul'a taşındılar; 1855'te Sofya'ya atanması üzerine de bu kente gittiler. Burada özel öğretmenlerden Arapça, Farsça ve yazı dersleri gördü. Şair Eşref Paşa'nın yüreklendirmesiyle eski biçemde bir divan oluşturacak kadar çok da şiir yazdı. Bu arada Niş kadısının kızı Nesîme Hanım'la evlendi; bu evlilikten Feride, Ulviye ve kendisi gibi şair ve yazar olan Ali Ekrem (Bolayır) adlı çocukları oldu.
Nâmık Kemal, 1857'de İstanbul'a döndü; kendisinin kültürel yaşamında çok önemli bir yeri olan Hâriciye Nezâreti Tercüme Odası'na memur olarak girdi. Fransızca öğrendi ve dönemin ünlü şairlerinden Leskoçah Gâlib'le, onun aracılığıyla da bir divan şairleri topluluğu Encümen-i Şuarâ şairleriyle tanıştı.
Nâmık Kemal'in kültürel gelişmesini, divan kültür adamı olmaktan çıkarak batılı düşünceye yönelmesini sağlayan, siyasî düşüncelerinin şiirine girmesinde etkili olan ve yazmımızda, yazı dilimizde batılı bir çok yeniliği başlatan Şinâsi Efendi'yle tanışması da 1862'dedir; Kemal, 'Tasvtr-i Efkâr' gazetesinin yazarları arasına katıldı.
Bu gazetede yayımladığı siyasal ve toplumsal eleştirileri konu alan makaleleriyle, Osmanlı kültürü ve yazını konulu makaleleri, sonradan sürgünlere gönderilmesine yol açacak olan muhalif kişiliğinin ilk ürünleridir.
Nâmık Kemal, 1865'te Yeni Osmanlılar Cemiyeti'ne" katıldı. Cemiyet üyelerinin Meşrûtiyet istekleri, meşrutî yönetim kurulursa ülkenin geri kalmışlıktan kurtulacağı yolundaki beklentileri gerçekleşmedi.
Nâmık Kemal'in Muhbifde yayımlanan "Şark Meselesi" başlıklı makalesi üzerine basın üzerinde şiddetli bir sansür uygulaması yürürlüğe kondu; Cemiyet'in varlığını öğrenen hükümet, Muhbir başyazarı Ali Suâvi'yi Kastamonu'ya, Nâmık Kemal'i Erzurum vali yardımcılığına, Ziya Paşa'yı Kıbrıs mutasarrıflığına sürgün olarak gönderdi.
Sürgünler görev yerlerine gitmeyerek, Paris'te bulunan Mustafa Fâzıl Paşa'nın çağrısı ve Fransız elçiliğinin de yardımıyla, 1867'de Paris'e kaçtılar ve Muhbir'i burada çıkarmaya başladılar.
Sürgünler bu kentte ancak bir ay kalabildi; III. Napolyon'un düzenlediği Uluslararası Barış Fuarı'nı Padişah Abdülaziz'in ziyareti nedeniyle, Fransız hükümeti Nâmık Kemal ve arkadaşlarından ülkeyi terk etmelerini isteyince, İngiltere'ye geçtiler.
Nâmık Kemal, Ziya Paşa ile birlikte, M. Fâzıl Paşa'nın parasal desteğiyle, 1868'de Londra'da Hürriyet gazetesini çıkararak, siyasal düşüncelerini yaymayı sürdürdü.
M. Fâzıl Paşa'nın yardımının kesilmesi ve 1870 Prusya-Fransa savaşının başlaması üzerine, Nâmık Kemal Cenevre'ye, sonra da Viyana'ya gitti. Bu arada Zaptiye Nâzırı'nın "yurda dön" çağrısı üzerine, nazırın yazı yazmama koşulunu kabul ederek, 1871'de İstanbul'a döndü.
1872'de Ebüzziyâ Tevfik'le birlikte İbret gazetesini yayın hakkı sahibi olan bir Ermeni'den kiralayarak çıkardı ve bu gazete ile kendisinin çıkardığı ilk gülmece gazetemiz olan Diyojeride yeniden yazmaya başladı. İbrette yayımlanan bir makalesi nedeniyle gazete dört ay kapatıldı ve Nâmık Kemal Gelibolu'ya mutasarrıf olarak sürüldü.
Ünlü oyunu Vatan yahut Silistre sürgünün bitimine doğru yazmaya başladı ve sürgünden döndükten sonra tamamladı. Yeniden çıkarmaya başladığı İbret gazetesinin başına geçti.
Vatan, 1 Nisan 1873'te Güllü Agop'un tiyatrosunda oynandı. Seyircilerin büyük bir coşkuya kapılarak "Çok yaşa Kemal!", "Yaşasın milletin Kemâli!" diye gösteri yapmaları, bununla da yetinmeyerek gazeteye kadar gidip Nâmık Kemal'le görüşmek istemeleri, onu bulamayınca bir teşekkür mektubu yazmaları, İbretin de bu olan biteni yayımlaması üzerine 5 Nisan 1873'te gazete bu kez sürekli olarak kapatıldı.
N. Kemal, Kıbrıs'taki Magosa kalesine; Ebüzziyâ Tevfik, Nuri ve Ahmed Mithat Efendi de Rodos'a kale-bend olarak sürgün edildiler. Nâmık Kemal'in Magosa sürgünü, yazarlığı bakımından çok verimli bir dönem oldu; İntibah romanım, Akif Bey, Gülnihâl, Zavallı Çocuk ve Kara Belâ oyunlarıyla kimi tarih, eleştiri ve yaşamöyküsü türlerindeki yapıtlarını bu dönemde kaleme aldı.
30 Mayıs 1876'da Abdülaziz'in tahttan indirilmesi, yerine V. Murâd'ın geçirilmesiyle, Kıbrıs'ta 28 ay süren sürgünden İstanbul'a döndü. Ancak V. Murâd'ın akıl sağlığının bozulması üzerine, yerine, Meşrutiyet'i kurarak bir anayasa ilân etme sözü vererek getirilen II. Abdülhamid, kendisine karşı gelişen muhalefeti baskı altına almak için, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşını bahane ederek meclisi kapatıp Kaanûn-u Esâsî'yi askıya aldı; Nâmık Kemal'i "ikaamete mecbur" olarak Midilli'ye sürgün etti.
Kemal, 1884'te Rodos mutasarrıflığına atandı. Burada Osmanlı Tarihini yazmaya başladı; bir çok okul açılmasını sağladı. Üç yıl sonra Sakız'a atandı; ama burada bir süre sonra zatürreeye yakalandı, 2 Aralık 1888'de öldü ve bir caminin naziresine gömüldü.
Daha sonra padişahın izniyle cesedi, vasiyeti gereği Gelibolu'ya getirilip Bolayır'da Rumeli fatihi Süleyman Paşa'nın türbesinin yanına, tasarımını Tevfık Fikret'in yaptığı la-hide konuldu." Sanatı Yaşamında "Vatan Şairi" diye anılan Nâmık Kemal, Şinâsi ve Ziya Paşa ile birlikte Tanzimat Dönemi yazınının kurucusu sayılır. Daha çok şair olarak taranmasına karşın roman, eleştiri, inceleme, tarih, yaşamöyküsü ve benzeri türlerde de yapıtlar verdi.
Nâmık Kemal'in sanat yaşamında Fransızca'yı öğrenerek Tercüme Odası'na girmesi, Şinâsi ile tanışması ve Avrupa'yı (Fransa ve İngiltere) görmesi önemli etkenler oldu. Tanzimat ilkelerinin iyi kötü yaşama geçirilmesiyle yetişen, yeni düşüncelere, özellikle Avrupa'nın etkilerine açık olan, dolayısıyla Osmanlı devletinin kurtuluşunun batılı anlamda siyasal ve kültürel temellerin kurulmasıyla olabileceğini düşünen genç kuşağın ilk temsilcilerinden biridir.
Önce doğu kültürünü ve divan yazınını öğrenen, üstelik bir de divan yazan Nâmık Caminin yanında, çevresi duvarla çevrili mezarlık. Nâmık Kemal'in yaşamöyküsü, Namık Kemal, Hayatı, Sanatı, Eseri (Hikmet Dizdaroğlu, Varlık yay., 1965) ve "Namık Kemal Üzerine Bir Biyografi DenemesC (Abdullah Uçman, Ölümünün 100. Yılında Namık Kemal kitabı içinde, Marmara Üniversitesi Yayını, 1988) adlı kaynaklardan derlenmiştir.
Kemal'in, Şinâsi'yle tanıştıktan ve Tercüme Odası'na girdikten ve hem politikayla hem de Batı kültürüyle ilgilenmeye başladıktan sonra düşünce ve sanat anlayışı da "politik sanat" ya da "politik görüşleri sanat yoluyla yaymak" yolunda biçimlendi.
Ancak, ilk gençliklerinde sağlam bir doğu ve din kültürü almış olmaları nedeniyle, Nâmık Kemal ve öteki kuşaktaşlannın sanatlarında hem doğu kültürünün hem de batı kültürünün değerleri bir arada görülür. Bu oluşum, hangi türde yazarlarsa yazsınlar, onların yapıtlarının özyapılannı da belirlemiştir.
Nâmık Kemal'in (Şinâsi ve Ziya. Paşa'nm da) şiir alanında getirdiği en önemli yenilik, kendisinin "parça bohçası" diye nitelediği divan şiiri konularından başka konuların da şiirde işlenebileceğini göstermek oldu. Kendisinden önce, toplumsal çalkantılara, savaşlara, yıkımlara karşın, şiirde geleneksel mecazlı ve mazmunlu bir dille "aşk" ve "tanrı aşkı" hemen hemen tek konu olarak işlenirken, genç kuşağın bu üç sanatçısı, bu anlayıştan uzaklaşarak ve eskiden başka başka anlamlarda kullanılan "vatan", "millet", "hürriyet" gibi sözcüklere yeni anlamlar yükleyerek şiiri Hİyasallaştırdılar; şiirde eski "âşık tipi"nin yerini, gelecekte "meşrutiyef'i kuracak olan "siyasal ve çağından sorumlu insan" tipi aldı.
Dunu yaparken de, aynı ana düşüncenin her beyitte farklı mazmunlarla yinelenmesi anlayışından kısmen uzaklaşarak, şiirde anlam bütünlüğüne yöneldiler. Bununla birlikte, Tanzimat Yazını'nm bu üç sanatçısı, ufak tefek değişikliklerle gazel (Nâmık Kemal'in gazelleri), kaside (Nâmık Kemal'in Hürriyet Kasidesi, Şinâsi'nin Reşit Paşa için yazdığı kasideler), terkîb-i bend (Ziya Paşa'nın Terkîb-i Bend'i) gibi eski şiir türlerine, biçimlerine, nazım birimine ve aruz ölçüsüne bağlı kaldılar; siyasal düşüncelerini yayabilmek için kendilerine engel oluşturan Divan şiiri dilinde yalınlaşmaya gitmelerine, mecazsız söylemeye çalışmalarına karşın, yine de eski mecazları kullanmadan edemediler.
Şiiri bu yola sokarken, şiirsel duyarlığı da elden kaçırdılar; eski şiirin "âşık" ve Tanrı âşığı" tipinin yerine, "vatanı için canını vermekten çekinmeyen", "yaşamını vatana adayan" insan tipini koyarken, ister istemez öğreticiliğe yöneldiler. Makalelerinde söylediklerini, bir de "şiir dili"yle ölçülü, uyaklı söylemeye yönelerek şiiri siyasal ve toplumsal düşünceleri yayma aracı konumuna getirdiler. (Daha sonra, 1923 ve 1960 sonrası şiirinde olduğu gibi, toplumsal bunalım dönemlerinde şiirin siyasal düşünceleri yayma aracı olarak kullanıldığı pek çok kez görüldü.)
Elbet de, Nâmık Kemal'in şiirini, bu gelişimden ayrı tutamayız. Çünkü Nâmık Kemal'in şiiri, özellikle Şinâsi ile birlikte, Tanzimat Dönemi şiirinin belirleyici ve besleyici kaynağı olmuştur.
Romanı, "Romandan maksat, olmamışsa bile olabilecek bir olayı, ahlâk, duygular ve olasılıklarla ilgili her türlü ayrıntısıyla birlikte betimlemektir," diye tanımlayan Nâmık Ke--12 mal'in lntibâh-Sergüzeşt-i Ali Bey' ve Cezmi adlarındaki iki romanı, Şemseddin Sami'nin Taaşşuk-u.
Talat ve Fitnatı, Ahmed Mithat Efendi'nin popüler romanları dışında geleneği olmayan Tanzimat yazınında "yazınsal ilk romanlar" olarak kabul edilir. İntibah, "doğru yoldan saparak bir kötü kadına kapılan ve başına felaketler gelen" Ali Bey'in ve "tutkuları yüzünden herkesin mutsuz olmasına yol açan" Mâhpeyker'in serüvenini anlatırken, yazarın amacı okura bir ders vermek, mutluluğu evin dışında aramanın getireceği felâketler konusunda okuru uyarmaktır; bu toplumsal amacı gerçekleştirirken, abartılı bir dil kullanarak, kahramanları tek yönlü ele alarak, rastlantılara, özverilere, heyecanlı davranışlara yer vererek, konu düzenlemesi ve yazış tekniği bakımından Fransız Coşumcu (Romantik) romanlarının etkisiyle eski Türk anlatılanmn etkilerini birleştirmeye yönelir.
Nâmık Kemal'in, Coşumculann geleneğine uyarak yazdığı, yazınımızda ilk tarihsel roman sayılan Cezmfdeyse, XVI. yüzyılda III. Murad zamanındaki Osmanlı-îran savaşlarında geçen olayları konu olarak alır. İki cilt olarak tasarlanan, ilk cildinde yine Coşumcu etkiyle ve yazarın siyasal görüşüne uygun olarak, bu savaşlar sırasındaki Osmanlı yiğitliği, yurdu için her türlü özveriye hazır insan tipi Adil Giray ile Şehriyâr'm aşkı anlatılır. Olasılıkla ikinci cildinde de Cezmi'nin öyküsü anlatılacaktı; ama bu cilt ne yazık ki yazılmamıştır.
Romandaki kimi olayların genel çerçevesinde Peçevi Tarihinde verilen bilgilere bağlı kalmıştır; Adil Giray gerçekten bir tarihi kişiliktir, ama Cezmi, yazarın imgeleminden yaşam bulmuştur. Yazarın bu romandaki amacı, kimi şiir ve oyunlarında da işlediği "İslâm birliği" düşüncesidir. Mektup türünün yazınımızda ilk kullanıldığı roman da Cez-mfdir. Yazınımızda eleştirinin de ilk örneklerini veren Nâmık Kemal, Celâeddin Harzemşâh, İntibah, Bahâr-ı Dâniş, İrfan Paşa'ya Mektup, Tahrib-i Harabat gibi yapıt ve çevirilerine yazdığı önsözlerde, eski yazm'ın yeni döneme elverişli olmayan yanlarını eleştirir; ancak yazınsal biçimler üzerinde pek fazla durmaz.
Tahrib-i Harabat, Ziya Paşa'nm bir divan yazını antolojisi olan Harabat adlı yapıtının eleştirisidir ve Ziya Paşa'yla arasının açılmasına neden olmuştur. Coşkulu özyapısı, eleştirilerinde de açıkça görülür. Tarih ve yaşamöyküsü türündeki yapıtlarında da, aynı coşkulu dille, İslâm birliği, Osmanlı yiğitliği, devletin kurtarılması için neler yapılması gerektiği konularına sık sık değinir. Şiirlerinde, oyunlarında ve romanlann-daki konulan, bir de öğretici bir biçemle bu tür yapıtlarında da işler.
Oyun yazarlığı Tiyatroyu, "Bir milletin söz söyleme gücü yazınsa (edebiyatsa), Yazm'ın yaşam bulmuş söz söyleme gücü de tiyatrodur," diye tanım layan, eğlencelerin en yararlısı olarak niteleyen ve, "Güzel bir oyun okumanın, oynandığını görmek kadar tat vermese bile, yine roman okumaktan daha iyidir. Çünkü oyunda duygular daha şiddetle betimlenir," diyen Nâmık Kemal, toplam altı oyun yazdı; ancak sağlığında bunlardan yalnızca Vatan yahut Süistre'rân oynandığını gördü. Kara Belâ oyunuysa, yazarın ölümünden sonra yayımlandı.
Nâmık Kemal oyunları işledikleri temalara göre iki kümeye ayrılabilir: Bunlardan birincisi, yazarın şiirlerinde de yer alan "vatan sevgisi", "vatan yolunda" çalışma ve "bu uğurda canını bile sakınmama" teması işlenen tarihsel oyunlardır: Vatan yahut Süistre'de, Silistre kalesinin, Rus olduğu net olarak belirtilmeyen düşman işgaline karşı gösterilen yiğitçe savunma anlatılır; konusu Hindistan'da geçen ve Hugo'nun Cromweü oyunundan etkilenen Cetctleddin Harzemşâh'ta zorba yöneticilerin yergisi işlenir; bu oyun epey uzun oluşu ve karmaşık planı nedeniyle okunmak üzere yazılmıştır; yazarın sahne tekniğine ve diline en uygun olan, kimi sahnelerinde Shakespea-re'dan [Hamlet vb.) etkilenerek esinlenen Gül-nihal'de de yurt sevgisi coşkulu bir dille sergilenir.
İkincisi, Tanzimat tiyatrosunun sık işlediği "gençlerin birbirlerini görmeden evlendirilmelerinin kötü sonuçlan" temasını işleyen toplumsal konulu oyunlardır: Akif Bey, yalın diliyle dikkati çeken ve âşıkların ölüm döşeğinde birleşmeleri temasım işleyen Zavallı Çocuk, bu kümeye girer. Nâmık Kemal, anlatılarında olduğu gibi, oyunlarında da Coşumculuğun, özellike Fransız Coşumculuğunun etkisindedir.
Yapıtları:
Şiir:
Nâmık Kemal'in sağlığında yayımlanmış şiir kitabı yoktur. Şiirleri ölümünden sonra çeşitli zamanlarda yayımlanmıştır; bütün şiirleri bir arada şu kaynakta bulunabilir:
Namık Kemâl'in Şairliği ve Bütün Şiirleri (Hazırlayan: Önder Göçgün, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınlan, Ankara, 1999);
Roman:
İntibah veya Sergüzeşt-i Ali Bey (1876);
Cezmi (1880-1882).
Oyun:
Vatan yahut Silistre (1873);
Zavallı Çocuk (1873);
Akif Bey (1874);
Gülnihâl (asıl adı Son Pişmanlık'tır, 1875);
Ce-lâleddin Harzemşâh (1875),
Kara Belâ (1910).
Yaşam öyküsü:
Evrakı Perişan (Dağılmış Sayfalar, 1872),
Terceme-i Hâl-i Nevruz Bey (Nevruz Bey'in Yaşamöyküsü, 1875).
Tarih: Devr-i İstilâ (İstilâ Dönemi, 1867);
Bârika-i Zafer (Zafer Şimşeği, 1872);
Silistre Muhasarası (Silistre Kuşatması, 1873);
Kanije (1874);
Osmanlı Tarihi Tasarlanan 14 cildin yalnızca 4 cildi çıkabilmiştir, 1908-1909).
Eleştiri: Tahrib-i Harabat (1874); Takib-i Hârâbat (1875);
Me Prisons MuhâhezesiMe Prisons Eleştirisi, 1885);
İrfan Paşa'ya Mektup (1887);
Mukaddeme-i Celâl (Celâleddin Harzemşâh Oyununun Önsözü, 1888);
Renan Müdafaanâmesi (Renan Savunması, 1908).
Öteki türler:
Baharı Dâniş (1874);
Müntahabât-ı Tasvir-i EJkâr [Tasvir-i EJkâr gazetesinde çıkmış makalelerinden seçmeler, 1886);
Rü'yâ (1898).
Dil ve Yazın konusundaki yazılarının tamamı için bk. Ölümünün 100. Yılı Münasebetiyle Nâmık Kemal'in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve Yazıları (Hazırlayan: Kâzım Yetiş, İ. Ü. Ed. Fak. Yayınlan, İstanbul, 1989).
Vatan yahut Silistre'den Önce Yazımınızda yayımlanan ve oynanan ilk tiyatro oyununun, Şinâsi'nin Şair Evlenmesi (1860, yazılışı: 1859) olduğu kabul edilir. "Eşlerin görücü yöntemiyle, birbirini görmeden evlenmelerinin yol açtığı gülünç durumlar"ı konu alan bir töre güldürüsü olan Şair Evlenmesinin, Metin And'dan öğrendiğimize göre, ". . sahneye konduğunu gösteren her hangi bir ize ratlanmamıştır."*
Sahne tekniği ve kurgulaması bakımından Batı tiyatrosundan; birbirinin karşıtı kişilerin işlenişi bakımındansa ortaoyunu, karagöz gibi geleneksel gösteri sanatlarının tiplerinden yararlanan Şair Evlenmesinin dili, konuşma diline yakın yalınlıktadır. Dolayısıyla bu oyunun, tiyatro yazını için iyi bir başlangıç olduğu kabul edilir. Ancak, Şair Evlenmesinden önce de, en azından saray ve çevresi Batılı anlamda tiyatronun ne olduğunu bilmiyor da değildir.
Dolmabahçe ve Çırağan saraylannda Moliere'den çeviriler yapılarak oynandığını yine Metin And'dan öğreniyoruz. Metin And, Şair Evlenmesinden önce oyun biçiminde karşılıklı konuşmalardan oluşan, Türkçe yazılmış Nas reddin Hoca'nuı Mansıbı, Vakâyi-i Acibe ve Havâdis-i Garibe-i Keşfger Ahmed, Şeyh Hacı Bektaş, Hikâye-i İbrahim Paşa ve İbrâhim-i Gülşenî ve Zor(ı)la Hekim adlı metinleri yayımlamıştır.
* Vatan yahut Silistre'den önce, Ahmed Ve-fik Paşa'nm Moliere'den uyarladığı Zor Nikâh (1869), Zoraki Tabib (1869) gibi oyunlar vardır. Ahmed Mithat Efendi'nin Eyvâh'ı ise aynı yılın ürünüdür. Vatan yahut Silistre Silistre, bu günkü Bulgaristan'da, Dobruca bölgesinde bulunan bir kenttir; Romanya sınırında, Tuna ırmağının kıyısmdadır.
Silistre ilk kez 1388de Türkler tarafından fethedildi; çeşitli zamanlarda el değiştirdi. Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında, çok kalabalık bir Rus ordusu tarafından kuşatılan kent, Musa Hulusi Paşa tarafından, bütün yoksunluklara karşın kırk bir gün kahramanca savunuldu. Bu savunma, tarihimizde "Silistre Müdâfaası" adıyla ünlüdür. Paşa'nın şehit olmasından sonra da kaleyi alamayan Ruslar, ağır kayıplara uğradıklanndan kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldılar. "Genel olarak oyunların konusu ya hayalî olur ya da tarihsel bir olayı temel alır ki Gülnihâl, Akif (Bey) ve Zavallı Çocuk birinci; Silistre ile Celâl de ikinci kısımdandır," diyen Nâmık Kemal, Vatan yahut Silistre oyununun konusunu yukarda söz konusu ettiğimiz tarihsel olaydan alarak özgür bir biçimde işlemiştir.
Asıl adı Vatan olan oyun, sansürün bu ada izin vermemesi üzerine Silistre adıyla oynandı ve yayımlandı; daha sonra Vatan yahut Silistre adıyla bilindi. Oyunda, Silistre kalesinin işgali üzerine kaleye koşan gönüllülerin öyküsü ile İslâm Bey ve sevgilisi Zekiye'nin aşkları iç içe anlatılır. Zekiye erkek kılığına girerek kaleye gönüllü giden İslâm Bey'in peşinden gider ve kendisi de gönüllü yazılır. Bir çok yiğitlik olayından sonra, düşman çekilir. Bu arada komutan Miralay Sıdkı Bey'in, Zekiye'nin ölmüş sandığı babası olduğu anlaşılır.
Kale özgürlüğe, sevgililer de birbirlerine kavuşur. Bu konu gelişimini, Nâmık Kemal kendi "vatan", "ancak vatanın kulu olan birey" düşüncelerini seyirciye yansıtmak üzere seçmiştir. Oyunda tiyatrosal eylem (aksiyon) pek yetkin olmamakla birlikte, Batılı anlamda "perde" ve "meclis" bölümlemesiyle biçim bakımından sahne tekniğine uygun ilk tiyatro yapıtımız olduğu söylenebilir. Vatan yahut Silistre, oyunlarında Victor Hugo'dan ve Shakepeare'den esinlenen Nâmık Kemal'in genel olarak etkisinde olduğu Coşumcu akımın olayı geliştirme, kişileri canlandırma, sahne düzenlemesi ve sahne dili uygulamaları görülür.
Oyunun, Nâmık Kemal'in bir az da dönemin insanına örnek olarak düşlemlediği, kararlı yurtsever tipler olan kahramanları, tek boyutludur. Kendilerine özgü olmaktan çok, Coşumcu tiyatronun Batılı örneklerinde görülen kalıplaşmış tiplerdir. Toplumsal ko numlan gereği İslâm Bey, gözünü budaktan sakınmayan bir yiğit; Zekiye, aşkı uğruna ölümü göze alan âşık bir genç kız; Sıtkı Bey, yiğit ve ağırbaşlı bir komutan; sürekli, ". . kıyamet mi kopar!" diyen Abdullah Çavuş, iç-tenlikli bir askerdir.
Oyunun dili, Nâmık Kemal'in başka türdeki yapıtlarında görülmeyecek denli yalındır. Bu da, hem siyasal görüşlerini seyircilere aktarmak isteyen yazarın, sahne dilinin nasıl olması gerektiğinin farkında olduğunu gösterir.
Vatan yahut Süistre, oynandıktan bir süre sonra Almanca'ya da çevrilip yayımlanmış, yurt dışında çeşitli ülkelerde de temsil edilmiştir.
Not: Türk Klasikleri dizimizin daha önce çıkan kitaplarında, yazarın anlatımını günümüz diline uyarlamış, konuşmaları da aynen alıp bilinmeyen sözcükleri dipnotlanyla vermiştik. Vatan yahut Silistre, oyun türünde bir yapıt olduğu ve yalın bir dille yazıldığı için, bilinmeyen az sayıda sözcüğü dipnotlarla açıklayarak günümü diline uyarladık. Bunu yaparken, yazarının cümle yapısına hemen hiç dokunmadık. ( ) içindeki bir kaç sözcük, anlamı daha belirginleştirmek için konulmuştur.
Yorumlar
Yorum Gönder