Devrim Meydanı'na Giden Yol

Kendi kaderimizin bazen bir başka insanın yüzünün ardında saklanmış olabileceğini, rastlayacağımız bir yüzün bütün geleceğimizi değiştirebileceğini, böyle bir ihtimalin hayatımızın bir köşesinde saklandığını bilmek, sanırım, çoğunlukla durağan olan günlerimize, hiçbir zaman yaşamayacağımıza inandığımız ama her zaman da yaşanabileceğinden kuşkulandığımız, ancak yalnız başımıza hayal kurarken gizlendiği yerden çıkartıp üstündeki tozlarını silkeleyip parlatarak seyrettiğimiz bir heyecan ekler.

Bir insan vardır bir yerlerde, belki de bugüne dek hiç görmediğimiz, hiç bilmediğimiz biri ve bir gün ona rastladığımızda, çevremizdeki hiç kimse ondan etkilenmezken, biz onların görmediği bir şeyi görüp o gördüğümüz şey her ne ise ondan bir daha ayrılamayacağımıza karar vererek, onun peşine düşüp bizi nereye götüreceğini bilmediğimiz çılgın bir yolda koşmaya başlayacağızdır.

Böyle bir olay olmayacaktır, o yüz bizim hayatımızda gözükmeyecektir, buna inanırız.

Ama böyle bir olayın olabileceği ihtimalinin, hayallerimizin kandillerini yakan ışığını da içimizde hiç söndürmeyiz.

Ve böyle olaylar olur.

Aşk dediğimiz ve âşık olmadığımız zamanlarda bize gerçeküstü gözüken efsanenin, yüzünü saklayan uzun

peleriniyle aramızda dolaşıp durmasını da daha önceden yaşanmış hikâyeler sağlar.

Biliriz ki birileri bunları yaşamıştır.

Onların yaşadığı yangınların alevlerinden tutuştururuz zaten biz de hayallerimizin çırasını, her yangından bizim payımıza da biraz ateşle biraz ışık düşer.

17 Temmuz 1793'te, Paris'te, şimdi adı Concorde Meydanı olan Devrim Meydanı'na giden yollarda büyük bir kalabalık kaynaşıyordu ve o kalabalığın arasında hangi kadere doğru yürüdüğünü bilmeyen İsviçreli genç bir adam vardı.

O gün o saatte orada bulunması tamamen bir tesadüftü.

Adı Adam de Lüks'tü ve eğer o gün orada olmasaydı ne böyle bir acı çekecek ne de biz onun adını bilecektik.

Kalabalık dalgalandı bir an.

Uzaktan bir kağnı gözüktü.

Arabanın içinde, kırmızılar giymiş, parlak kestane rengi saçları ensesinden kesilmiş, biraz uzunca yüzünün solgunluğuyla tam bir tezat teşkil eden iri mağrur gözleri inancının ihtirasıyla parlayan genç bir kadın, elleri arkasından bağlı olarak ayakta duruyordu.

İki gün önce, yakalandığı bir cilt hastalığı nedeniyle hayatının büyük bir kısmını su dolu bir küvetin içinde geçiren Fransız Devrimi'nin ünlü liderlerinden Marat'yla, muhaliflerini ihbar edeceğini söyleyerek buluşmuş ve konuşurlarken koynundan çıkardığı bıçakla bu hastalıklı devrimciyi küvetinde kalbinden vurup öldürmüştü.

Yirmi dört yaşındaydı.

O sıcak temmuz günü giyotine götürülüyordu.

Biraz sonra gümüşi bıçak inecek ve başını kesecekti.

isviçreli genç adam Corday'ın yüzünü gördü.

Daha önce onu hiç görmemişti, tanımıyordu, sesini bir kere bile duymamıştı.

Kalabalıklar biraz sonra öldürülecek olan Charlotte Corday'a baktıklarında devrimin liderlerinden birini öldürmüş bir kadını görüyorlardı.

Genç adam diğerlerinin görmediği bir şey gördü.

Onun ne gördüğünü hiç kimse bilmiyordu.

Arabanın yanında yürümeye başladı.

Corday'ın gözlerinin bağlanmasını, dizüstü çöktürü-lüp başının giyotinin yuvasına yerleştirilmesini ve bıçağın inişini seyretti.

O kısacık sürede sesini bile duymadığı bir kadına âşık olmuş ve o kadını sonsuza dek kaybetmişti.

Aniden âşık olduğu o kadına kavuşması mümkün değildi, ama belki daha da acıtıcı olanı, o kadınla ilgili hayal kurmasına da imkân bulunmamasıydı.

Genç isviçreli, idamı seyrettikten sonra gidip muhafızlara kendisinin devrime karşı olduğunu ve devrimden intikam alacağını söyledi.

Önce tam olarak ne yapmak istediğini kestiremediler, ama o kadar çok bağırıp çağırdı ki, tutuklamak zorunda kaldılar.

Mahkemeye çıkardılar.

Mahkemede de devrime olan düşmanlığını dile getirip giyotinle idam edilmek istediğini söyledi; sevdiği kadın gibi ölmek istiyordu; sanki bir an görüp kaybettiği kadına, eğer o kadınla aynı şekilde ölürse kavuşacağına inanıyordu.

Sonunda, biraz istemeye istemeye de olsa onu idama mahkûm ettiler.

Bir sabah, gömleğinin yakasını ve ensesindeki saçlarını kesip bir kağnıya koydular.

Onun arabaya binişine tanıklık etmiş bir tarihçinin yazdığına göre, ölüm arabasına 'sevgilisiyle ilk buluşmasına giden bir delikanlı gibi' sevinçle ve arzuyla binmişti.

Giyotine gülümseyerek çıktı.

Bıçak indi.

O genç adam, bir yaz sabahı bir yüze rastlamıştı; o yüz bir şey söylemişti ona ve bu her neyse, bir daha onu duymayacağını düşünmeye bile tahammül edemediğinden başını istekle giyotine koymuştu.

O yüz onun kaderini değiştirdi.

Hiç yaşanmamış bir aşk, yeryüzünün en büyük ve en unutulmaz aşklarından biri olarak yazıldı insanların o karmaşık tarihine.

Bir insanın bir başka insanı kendi hayatından bile çok sevmesini sağlayan ve gücüyle herkesi hem ürpertip hem de kendine çeken o tuhaf kudret, varlığını kanıtlayacak bir hikâyeyi daha ekledi dağarcığına.

Kaderimiz bazen bir başka yüzün ardında saklıdır.

Belki de daha önce hiç görmediğimiz bir yüzün ardında.

Hepimiz, farkında olmasak da, o yüzü ararız.

Kaderimizi değiştirecek, ölümü bile bize sevinçli bir buluşma gibi gösterebilecek o yüzü.

Öyle bir yüz olmadığını düşünürüz, kaderimizin bir yüzle değişeceğine de inanmayız.

Ama yine de bakarız bütün yüzlere.

Geçmiş yangınların alevi aydınlatır her yüzü.

Aralarından biri bizim aradığımızdır.

Hayatı ve ölümü bize başka bir ışığın altında gösterecek olandır.

Bazıları rastlar o yüze. Kaderleri değişir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Süleymanpaşa Kiraz Festivalinin Tarihleri Belli Oldu

ÖĞRENME VE BAŞARIYI ETKİLEYEN FAKTÖRLER

Sadettin Kaynak