OSMANLI İSKAN SİYASETİ VE RUMELİ UYGULAMASI

Osmanlı İmparatorluğu, kuruluş, genişleme, duraklama ve gerileme devirlerinde siyasi, iktisadi ve sosyal durumun değişmesine bağlı olarak, iskan politikasında da farklı şekilde hareket etmiştir. 

Özellikle ilk devirlerde yeni toprakların elde edilmesiyle, “konar-göçer” aşiretlerin bu yeni topraklara yerleştirilmesi şeklinde bir iskan politikası takip ederken (dışa dönük bir iskan siyaseti); imparatorluğun dinamizmini ve etrafa yayılma durumunu kaybetmesinden sonra, bir iç iskan unsuru olarak ortaya çıkan “konar-göçerler”in ve çeşitli sebeplerle yerlerini terk eden ahalinin boş ve harap sahalara iskan edilerek buraların ziraata açılması düşüncesi hakim olmuştur. Bunun yanı sıra XVIII. Yüzyılın sonlarına doğru kaybedilen topraklardan kaçan ahalinin iskanı meselesi de ayrı bir gaile olarak devleti meşgul etmiştir. 

Yerleşik ahaliyi korumak maksadıyla göçebe gruplar üzerindeki devlet baskısı da konar-göçerlerin kendiliğinden yerleşmelerini sağlamıştır. Şekavet hareketlerine karşı yolların niyetini sağlamak amacıyla, “derbent” tesisleri yeniden imar edilerek çevreleri bir kasaba veya köy şeklinde bir iskan mahalli olarak kullanılmıştır. 

XIX. Yüzyıldan itibaren ise, bir “derebeyi” şeklindeki aile grupları ve aşiretlerin iskanı meselesi için çalışmalar yapılırken, diğer taraftan, artık tamamen “içe doğru” başlayan muhacir akını ile meşgul olmak durumu ortaya çıkmıştır. Bunun için “muhacirin komisyonu” kurulmuş, devlet bu yüzyıldan itibaren iskan politikasını daha sistemli olarak yürütmüştür. 

Osmanlı Devleti, bu genel “iskan siyaseti”ni şu “iskan metodları” ile yürütmüştür: Kuruluş devrinde bir çok tarikata mensup idealist “derviş’in önderliğinde başlayan ilk iskan hareketiyle birlikte, yeni alınmış yerlere ahali sürgün ederek, muhtelif yerlerde vakıflar tesis ederek ve müstakil derbend tesisleri kurup buralara ahali yerleştirerek. 

Bilindiği gibi, Rumeli’deki Türk varlığı Osmanlı Devleti öncesinde de söz konusu idi. Bu çerçevede bütün Rumeli’de, mesela Makedonya’da Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Oğuzlar, Kumanlar, Peçenekler ve Selçuklular gibi çeşitli Türk unsurlarının 378-1371 tarihleri arasında yerleşmiş olduklarını ve buralarda bunlarla ilgili hatıraların bulunduğunu biliyoruz.

Osmanlı Devleti, 1356’da Gelibolu Yarımadası’ndaki Çimpe Kalesi’nin alınmasından sonra Rumeli’de süratli bir şekilde yayılmış, aralıksız 1912 yılına kadar sürecek olan yaklaşık 550 yıllık Türk hakimiyeti sırasında Rumeli Türkleşmiştir. 

Müslüman Anadolu Türklerinin Rumeli’ye gelişleri başlangıçta “Kolonizatör Türk Dervişleri” ile başlamış, söz konusu “dervişler” askeri fütuhattan önce yerli halkın ve özellikle IX. Yüzyılda bölgeye gelip yerleşen Peçenek ve Kuman Türklerinin gönüllerini kazanarak asıl fetih hareketinin zeminini oluşturmuşlardır. 

Ordunun ardından veya onlarla birlikte hareket eden, bir nevi “psikolojik harp” veya “istihbarat” unsuru olarak da değerlendirilebilecek olan tarikat mensubu bir çok dervişin, ıssız yerlerde yolların geçtiği önemli mevkilere zaviyeler ve tekkeler inşa etmesiyle ilk teşebbüsler başlamış, kurulan bu tekke ve zaviyeler ilk iskan nüvelerini teşkil etmiştir. 

Rumeli’yi bu şekilde iskan eden “Sarı Saltuk” ile Bursa’nın fethinde rol oynayan “Geyikli Baba” bunlara örnek olarak verilebilir. 

Kuruluş devrinde, konar-göçer Türk aşiretleri yeni alınan yerlerin Türkleştirilmesinde kullanılan en önemli unsurlar olmuşlardır. Savaşçı vasıfları, bir disiplin ve teşkilat içinde olmaları onları daha da önemli hale getirmiştir. 

Nitekim, Rumeli fatihi Süleyman Paşa zamanında “sürgün” metodu ile aşiretlerin Rumeli’ye “göçürülüp” “iskan edilmeleri”ne başlanmıştır. I. Bayezid devrinde aşiretlerin Rumeli’nin Türkleştirilmesi amacı ile daha büyük ölçüde Rumeli’ye nakledildikleri görülmektedir. 

Türk topluluklarının Rumeli’ye nakledilmeleri sırasında, devlet tarafından kendilerine zengin topraklar verilerek, bütün akrabalarıyla geçecek olanlara ise “yurtluk”, “toprak”, “tımar” gibi imtiyazlar tanınarak muhaceret teşvik edilmiştir. 

Bu durum “fütuhat”ı teşvik amacı taşıdığı kadar, fethedilen yerlerin Türkleştirilmesi ve memleketin “şenlendirilmesi” yani ekonomik, sosyal bakımdan kalkındırılması amacını da güdüyordu. 

I. Bayezid devrine ait ilk iskan kaydı, 1400-1401 yıllarında “tuz yasağı”nı kabul etmeyen Menemen Ovası’nda kışlayan aşiretlerden “Göçerevliler”e ait olup, Filibe taraflarına sürülmüşlerdir. Oğlu Çelebi Mehmet zamanında ise, isyanları Yörgüç Paşa tarafından bastırılan Tatarlar da, Dobruca havalisine yerleştirilmişlerdir. 

1397’de Mora’da Argos’un alınmasından sonra, buradan 30.000 kişi Anadolu’ya, Anadolu’dan da Üsküp ve Teselya bölgelerine Türkmen ve Tatar aşiretleri nakledilmişlerdir. Anadolu’dan Rumeli’ye aşiret göçürülmesi işi, II. Bayezid’in saltanatının sonuna kadar devam etmiştir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Süleymanpaşa Kiraz Festivalinin Tarihleri Belli Oldu

ÖĞRENME VE BAŞARIYI ETKİLEYEN FAKTÖRLER

Tekirdağ İli Saray İlçesinin Doğal Güzellikleri